8 Aralık 2010 Çarşamba

fantastik badem

cok sevdigim Melis arkadasimin bana ithaf ettigi calismasi, buyrun;




24 Haziran 2010 Perşembe

gittim alıştım, geldim alıştım

İsveç- bisiklet tutmaçı


Türkiye - etli/etsiz çiğ köfte

15 Temmuz 2009 Çarşamba

ilan

yakın bi zamanda uzun, yarı-akademik, semi- kakademik bir yazıyla dönüyorum.

düşündüm ki, ilan etmek baslamanın yarısıdır.

8 Haziran 2009 Pazartesi

altın değil de, nazar boncuğunu geline mi takıyoruz?

Kankikosu sayılmadığım insanlardan bekarlığa veda partisi, kına gecesi, düğün davetiyesi alıyorum facebook üzerinden. Biliyorum ki ben ve gibilerim all in kontenjanından dahil oluyoruz davetli listesine. Olmaz ya bir çılgınlık edip geldim, bir yerli içki, bir kuru pasta, bir parça da kına ayarlayabilecek misin bana, facebook davetini ciddiye alanların masasında?

28 Mayıs 2009 Perşembe

bilgece sözler

"Ne kadar boş vaktin varsa o kadar hiçbir şeye enerjin yoktur."
ben bulmadım dimi bu sözü. İyisimi sarsılayım da kendime geleyim.

3 Nisan 2009 Cuma

gelir bahar ayları...


Havalar ısınınca kozalaklar çıtır pıtır diye açılmaya başlıyormuş, dikkatle dinlenince sesleri duyulabiliyormuş. Duyanın içini bahar kaplıyormuş.
Yazıma bu denli yavsakça başlamamın tek sorumlusu bahardır. Baharda en büyük keyfim koca koca seraları, çiçekçileri gezmektir... Gezmek tozmak ne de güzeldir bu bahar aylarında. Aylardan nisan. Bu nisan yaşım 2.sınıf, evet.
bir de içimden nonoş demek geldi.
bu kadar.

30 Mart 2009 Pazartesi

Fitlessness


“Lütfen soyunma odalarında çıplak dolaşmayınız”
Koridorda üstüme üstüme gelen irili ufaklı birkaç çift memeyle gözgöze gelmemek adına, yere bakarak dolap seçmek ilk gün, ilk dakika tecrübemdi fit bir genç olma yolunda.

İlk günün son tecrübesi ise, gün içinde görüp özendiğim tüm o fit, sportif kadınların fön makinası, makyaj sırası için bir süre çingeneleştikden sonra spordan hiç yorulmamışcasına, illaki pür makyaj, mini etek ve topuklu çizmeleriyle salondan ayrılması olacaktı. Gorcıs. Hepiniz mi akşam yemegine gidiyorsunuz be kadın? hiç mi yorulmadınız? (kıskançlık mı, ben mi? ne? yok artık!)

İkinci şokumu, gerek fitnessde olsun, gerek pilatesde olsun, herkesin, geçkin teyzelerin bile zilyon kat daha atletik ve esnek olduklarını farketmemle yaşamıstım. Immmmfff.....pıfffff..... diye yuz kilo kaldırabilmeler, saatlerce koşmalar, yok tek el ustunde şınavlar filan... ne gerek varsa.. (kıskançlık mı?ne?)

Çok uzatmayacağım;
Bugün tam 1(bir) aydır, tüm yabancılaşmalara rağmen spora gidebilmiş biri olarak, fit olmayı bir kez olsun aklından gecirmişlere sesleniyorum; tüm bu yadırgamalar ve kıskançlıklar geçici, bonenin hiç yakışmaması kalıcıdır.

iddia ediyorum; bone kimseye bana ettiğini edemez.
meğer bu konuda asıl soylemek istedigim buymuş.

5 Mart 2009 Perşembe

'futbol' böyle mi yazılıyordu?



Futbolu neden sevmeye başlıyorum...

1. maç izlerken ‘perfect silence’ olmak zorunda olma durumu kimlerle izlediğine göre değişiyormuş. (re re re, ra ra ra, gassay gassay cim bom bom!)

2. soru sorulduğunda pek tabi cevap alınabiliyormuş. (kendini attı mı yere o?)

3. ofsayt anlaşılamayacak kadar karışık degilmiş. (kollara dikkat, kollar sayılmaz.Bir de perspektifle ilgili sıkıntılar olabiliyo, o yüzden bildigim tek metre ‘the ofsaytmetre!’)

4. futbol gerçekten sadece futbol degilmiş.( bi kupon mu bassak?)

5. formalar cok cok ceşitliymiş, renkliymiş. (içine tayt giyeni giymiyeni, tshirt ü darı, bolu, uzun kolu, kısa kolu, (-kaleciler daha kalın giyinir-), cizlisi, karelisi, seritlisi, takım bayrağında bile olmayan renklisi). hakemin forması herzaman en guzel o ayrı.

6. futbolcular da insanmış. ( alemleri, aileleri, sevgilileri, cocukları varmış, bunlar konusulurmuş. Misal Maradona’nın damadı Agüeroymuş(?) ve yeni doğmuş bir torunu varmiş; Benjamin Agüero Maradona, herkeslerin benjaminden cokca beklentileri varmiş)

7. kimi futbolcular yakısıklı mıymış neymiş? (George Best, Baros, Ballack... ha bir de Arif.)

8. futbolcular menkul değermiş. (bu kısmı henuz anlayamadım. Bon servisi var, kontratı var, federasyonu var...)

9. pes. (koşma tusuna cok abanmamayı, ve kuşbakısı gosteren şemaya sık sık bakmayı ögrendikten sonra tamamdır.)

10. kürşat!!!

futbolun adı ne sacma yav! futbol, football un okunuşu resmen. biliyordum ama artık futbolla daha bi içli dışlı oldugumdan yabancılasma da geliştirdim. hiç degilse SAKIR diyeydik de yaydıra yaydıra soyleyebileydik.

4 Mart 2009 Çarşamba

after effects


Çitlediğim çekirdekleri, ağız içinde biriktirdiğim gibi biriktiriyorum Lost bölümlerini, zamanı gelince hop, 4-5 bölüm bir anda yiyorum.

Akabinde bir kaç saat boyunca tanıdığım en ‘cool’ insan oluyorum. Sorulara soruyla cevap verip, bildiklerimi kuldan esirgiyorum. Kısık gözlerle etrafı süzmekle kalmayıp, arada bir gizlice pazularımı öpüyorum.

Bir kaç asi saatin ardından tanıdığım en ‘bir adaya düşse ilk ölecek’ insan olduğumu farkediyorum; gözlüklerden kurtulup, birazcık kas yapmaya karar veriyorum...

Not: hayır, Kate in en cirkin fotografı diye aratmadım googledan...:)
i love kate, but i love hurley the most. diyurum.

21 Şubat 2009 Cumartesi

Pimp my Bus!

-Advertorial-

kamilkoç rahat servisden bir çılgınlık.


Doğru görüyorsunuz, ekranın sağ yanından sarkan bir oyun kolu!! Bu kolla menülerde gezinip film, müzik ve oyun seçebiliyoruz.

Film seçeneğinin altından bir ‘Cash&Tango’, bir ‘Maskeli Besler’ çıkması beklenirken, etkileyici bir şekilde ‘Persepolis’ ve ‘Baskalarinin Hayatı’ filmleri çıkabiliyor.

Şimdilik oyunlar azıcık dandüş olsa da oynamak gayet eğlenceli, save edilebiliniyor olması ise cabası :). Hepsi de 80 sonu oyunları. İsimlerini hatırlayamıyorum ama biri bana Doom, Wolfenstein grafikelerini hatırlattan bir fps, biri en dandik araba yarışı, bir diğeri de üçer beşer dadanan, renk renk kot montlar kuşanmış, aşağı mahalle delikanlılarını patakladığımız bir arcade.

Bunların dışında ana menüde gördüğümüz, ‘harici bellek’ ve ‘yerel ağ bağlantısı’ seçenekleri çalışmıyor olsalar da ümit verici.

Ne yazık ki, tüm bu yatırımları anlamsız hale getiren öyle ölümcül bir hareket var ki, renkleri tersine döndürüyor, ışıkları karartıyor. Persepolis siyah beyazken önce beyaz siyah, sonrada siyah siyah oluyor.


Sonuç olarak;
Kızmam, kızamam sana
ama sunu bil ki asla öpmem o alından,
dayasan da onu burnuma,
yatırıp koltuğu sonuna kadar kucağıma!

19 Şubat 2009 Perşembe

fırdolayı.

'benim blogs' dan sonra bir ilk!!

'fırdolayı' !!

fırdolayı, fırdolayı, fırdolayı...

nerd me up! vol 1.

(Bloglara uzun yazı konulmasına karsıyım. okuyamiyorum)*


Korkarım ki boş vakitlerimi bilgisayar dili ne menem birşeymiş onu öğrenmeye adamış bulunmaktayım. Şimdilik herşeyin çok çok başındayım. Ama hedefim uyduruk da olsa sıfırdan bir web sitesi oluşturabilmek. ( 'işi gücü olmayan web sitesi yapiyor' diyenler, demeyin abiler ablalar, yapmayin bunu.)

Yaptığım genel araştırmalar sırasında iki seye cok şaşırdım. Birincisi, 'aman tanrım grafik tasarım bitmiş megersem', digeri ise Lorem İpsum. İlkinin üzerinde bir ara cok durup düşünmek istiyorum lakin şimdilik “there aint no bad graphic design, there are common brushes” Gestalt (:/), diyip ikinci ve esas konumuza dönmek istiyorum. Lorem İpsum.

1500 lü yıllardan beri kullanıla gelmiş Lorem İpsum, anlamlı veya anlamsız kelimelerin yine anlamlı anlamsız karıştırılarak dizilmesiyle oluşturulmuş, matbaacılar taslaklarını alıntı yapmalarına gerek kalmadan teşhir edebilecek, ve göze anlamlı gorundugu halde okundugunda anlamsız olan Lorem İpsum derlemeleri sayesinde, kitle içerikten cok biçime odaklanabilecekmiş. Mıgır dizgi de deniyormus efendim buna.Günümüzde de Lorem Ipsum yapım asamasındaki web sayfalarında sıkca gorulebilmekteymiş.

"Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipisicing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat. Duis aute irure dolor in reprehenderit in voluptate velit esse cillum dolore eu fugiat nulla pariatur. Excepteur sint occaecat cupidatat non proident, sunt in culpa qui officia deserunt mollit anim id est laborum."

Yukarda 'gördüğümüz' (görelim okumayalım) standart bir lorem ipsum paragrafıymış. Cicero’nun M.Ö 45 de yazdığı "de Finibus Bonorum et Malorum" (İyi ve Kötünün Uç Sınırları) isimli eserinden alınmış, ve yuzlerce yıl kullanıla gelmiş.

Günümüzde Lorem Ipsum bir çok dilde üreticilere sahip .
Turkce olanından bir kaç örnek;

Otobüs layıkıyla çakıl bilgiyasayarı sevindi.

Gazete cesurca yaptı beğendim filmini ekşili çorba cunku.

Anlamsız çünkü değerli olduğu için uzattı masanın.


(lorem ipsum bize birşeyler anlatmaya calışıyor)

bir de Turkçe karakterlerle üretilmiş bir Lorem Ipsum örneği de koyayım tam olsun,

Tengri teg Tengride bolmış Türük Bilge Kagan. Bu ödke olurtum sabımın tüketi eşidgil ulayu. İniygünüm oglanım, biriki uguşum, bodunum, biriye Şadapıt beğler, yırıya Tarkat buyruk beğler. Tokuz Oguz beğleri bodunı bu sabımin edgüti eşid katıgdı tinla: ilgerü küntogsıkka, birigerü kün ortısınaru, kurıgaru kün batsıkına, yırıgaru tün ortusınaru anta içreki bodun kop mana körür.

Kutadgu bilig.

Sonuç olarak, Lorem ipsum neymiş öğrendim ama web sitesi yapma hedefime bir adım bile yaklaşamamış oldum. (demeyin abiler ablalar, yapmayın bunu...)

*Bloglara uzun yazı konulmasın. bir de her kayıda resim konulsun.

17 Şubat 2009 Salı

vicir vicir bir arka planim oldu.

6 Şubat 2009 Cuma

kırık ego kart

Sözüm Ankaralılara, daha fazla kırık ego kartının ekmeğini yemeyin, gidin adam gibi degiştirin metro gişesinden, üşenmeyin, Türk sinemasına destek olmayı bildiginiz gibi, toplu taşıma da destek olun.

belki simgesel,belki de degil, şşşt.

5 Şubat 2009 Perşembe

Odadan Kaçış Oyunları

Oyunun olayı, bir takım araç gereçler toplayarak bulundukları yerden başka başka yerlerde usulünce kullana kullana ilerlemek ve en sonunda da odadan cıkmak. Victory!! (ego tat, ego tat, keyf, keyf)


Örnek; oda, yerde bir anahtar, anahtarı çekmecede kullan, çekmecede şifre, sifreyi kasada kullan, kasada pil, pili radyoya tak, radyoyu verici olarak kullan vb... buraya kadar hersey mantık çercevesinde ve kısmen de olsa surukleyici. Ta ki, kutuları patlat, arkadan çıkan sütuna bowling topunu koy, koydugun bowling topunun 3 oluğuna elmasları yerleştir, sırf bu son derece alakasız şeyi yaptığın için uzaylılar gelsin, kurdukları üst sayesinde solaryuma koyduğun çiçekler artık akvaryumdaki köpek balığını uyutabilsin.... hmm gayet mantıklı, HEY ADAMIM DERDİN NE SENİN HA!!!

Bu tip oyunlar hakkında fazla bilgisi olmayanlara tavsiye, hiç bulaşmayın yazık. Egonuza da zamanınıza da yazık.

2 Şubat 2009 Pazartesi

öz benliğe selam ederim

Kamera önünde heyecanlanan, elleri, sesi titreyen “antipatik meşhur” beni kazanır. Günün birinde misal, ‘ben eblek’ i uzaktan yine antipatik, yakından -bir talkshow programında- aslında 3.5 atıyor görürsem, kim bilir belki yakışıklı bile bulabilirim.

Misal gecen gece Disko Kralı’nda Barbaros Hayrettin’i gördüm. Kendisinin ne imajından ne de müziğinden haz ederdim. Neden sonra, bu insanı, bu güzel insanı zamanında hiç anlamamış oldugumu farkettim.

‘ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur.’
gercekten en iyi.

Ellere ‘Zoom’ , ön yargılara bire bir, ısrarla isteyiniz.

25 Ocak 2009 Pazar

gut mornink misis tiçııır!!

Bütün bayan ingilizce öğretmenlerinin el yazısı aynıdır.
4-5 tane 'Mrs.Teacher' görmüşlüğüme dayanarak söylüyorum, aynıdır.

Beni hiç şaşırtmadın, akademik yazı merkezindeki yine havalı, yine orta yaşlı ingilizce öğretmeni...

Buyrun.

17 Ocak 2009 Cumartesi

benim blogs

bloglarimizin profil sayfasinda ne zaman 'benim blogs' ifadesini görsem tüm günüme yazik oluyor, içimden 'benim blogs, benim blogs, benim blogs..." diye sayisiz kere sayikliyorum.

bu arada kar o kaddar güzel yagiyor ki yağmiyor adeta dökülüyor şerefsiz.
benim blogs.benim blogs.

16 Ocak 2009 Cuma

Yükleniyor...

Heroes Might and Magic 3 oynuyorum, sabaha kadar yapiyorum bunu. Sonra uyuyorum rüyamda experience topluyorum. Level atliyorum.

Bir ara Need for Speed yüklenirken kadınla aynı anda kışkırtıcı tonumla 'i-ey geymz, şelınj effrisink!!' derdim.

Bugünlerde sertçe 'dsiridiyo!!' demeye özen gösteriyorum.

15 Ocak 2009 Perşembe

İndirim sezonu başlamış da bitiyor bile!!

Bir süredir cok akademiğim, portfolio, intention, motivation yetti ulan, ben de kadınım, benim de zaaflarım var!!

Alışveriş merkezleri şöyle kötüdür, böyle kötüdür, şehircilige böyle zararı vardır, erişilebilir değildir, şöyle sürdürülebilir değildir, böyle segregasyondur. Ömrümü yedin be akademik düşünce.

özümde yavanım.
Büyük alışveriş merkezlerinin servis imkanı vardır.
Büyük alışveriş merkezlerinde karnımızı istedigimiz gibi doyurabiliriz.
Büyük alışveriş merkezlerinde üşümeyiz.
Büyük alışveriş merkezlerinin araba çekilişi olur.
Büyük alışveriş merkezlerinde plastik palmiyeler bile vardır.
yaşasın!

28 Aralık 2008 Pazar

Thanks to science!


Prehistoric Monster Syndrome :))


Movies_pms_survival


böyle de bir sey varmış;

"Premenstruel belirtiler kadınların önemli bir kısmında görülürlerken PMS, kadının yaşantısını derinden etkileyen sosyal bir durum olarak kabul edilebilir: Amerika'da yapılan bir istatistiksel çalışma bu ülkede kadınların adet öncesi dönemlerinde daha fazla suç işlediklerini ortaya koymaktadır. Aynı raporda tıbbi veya psikiyatrik bir hastalık nedeniyle hastaneye yatırılan, intihara teşebbüs eden kadınların, çocuklarını normalde önemsenmeyecek ufak bazı şikayetler nedeniyle doktora götüren kadınların önemli bir kısmının adet öncesine yakın günlerde oldukları görülmektedir."

http://www.jinekoloji.net/pms.html

22 Aralık 2008 Pazartesi

Sevmem diyenden kork!

“Kurabiyeleri, kuru pastaları hatta poğaçaları dahi seçerek yerim. Ya da genel olarak yemem, hiç riske girmem. Kremasız biskuvileri çaya, süte batırmadan kıtır kıtır yiyebilene şaşarım. Benim için bu tip seyler tabaktan aldım bir tane, ağza attım kırk tanedir, ağızda büyür de büyür, salyamızla beslenir, yumak olur. Rezillik.” (3 -5 yıl once)

Unlu mamüllere olan bu ergen isyanım, ya Subway’in yumuşak kurabiyesiyle ya da Beypazarı’nın tereyağlı kurusuyla tanışmamla yepyeni aman vermez bir tavra dönmüştü. Yine bisküvileri kuru, kuru pastaları kupkuru bulurum lakin artık söz konusu yumuşak kurabiye ve tereyağlı kıyrık şeyler olunca, pavlovun, unlu mamülün köpeği olurum.

İşte bu yüzdendir ki, tuzlu cekerse canım beypazarı kurusu yirim, tatlı cekerse abanırım yumuşak kurabiyeye. Formumu bu diyete borçlu olurum, dozumu bilmem, haddimi aşarım. Biricik sevgilim, hayatımın anlamı, bana her ‘chocolate chunk’ kurabiye getirişinde gönlümü fazlasıyla alır, hatta bu jesti karşısında 3 den fazla olmamak kaydıyla kurabiyeleri paylaşabile-biliriz. Bazen de ‘ups yanlışlıkla’ hepsini yerim.

Tum bu hezeyanlarım yüzündendir ki kendimi utanmadan ‘hamur işi gurmesi’ addederim ve derim ki; eğer bu bloğumu okuyan birileri varsa -olursa- yakında verecegim, yeni oğrendiğim kurabiye tarifini es geçmesin.

"pastries are like jelly beans, they have variety"
John Dislike (1935 - ?)

20 Aralık 2008 Cumartesi

Necmi Böbür

Aslında fazla söze gerek yok, Necmi abi kendine yatırım yapmıştı. Özellikle tek koluna....

(milenyumdan onceki zamanlar)

5 Aralık 2008 Cuma

Tüketim toplumu, evet!






Hiçbir şeye bu kadar para verilmemesi gereken bir devirde o kadar parayla tavuk alıp kaz gelecek yerden esirgemediğiniz anları düşünün. Son derece açken vejeteryan olduğunuz ve tavukla her göz göze gelişinizde hayattaki amacınızı sorguladığınızı düşünün. Hayır, kesinlikle vejeteryan değilim ayrıca son derece aç olsam bir dakika bile durup hayattaki amacımı sorgulamam.

İnanılacak gibi değil ama yukarıdaki paragraf hiç de kendisinden beklenilmeyecek yavanlıkla alişveriş konulu yazımın giriş bölümünü oluşturuyor.

Bir süre önce, hiçbir tavuğu gelecegine emin gözüyle bakılan kazdan esirgememiş ve dolabımı aklıma esen türlü türlü gerçek hayatta asla giyilemeyecek, seçkin markaların son moda iş kadını kıyafetleriyle donatmıştım. Herşey sanırım “Tebrikler, işe alındınız belgeleri hemen toplayın” çağrısını “Tebrikler, işe alındınız mağazada ne var ne yok toplayın” çağrısıyla karıştırmamla başladı.

Alınan bu kiyafetleri iş yerinde büyük bir zevkle giyemeyecektim elbet -hiç tarzım değillerdi- ama bu durum alışverişden aldığım zevki zerre kadar engelleyememişdi, ne de olsa işin ucunda yüklü bir maaş ve tonlarca biriktirilesi para vardı. Ayna karşısında her bir yeni ceket takım provasında ‘kendi parasını kazanan karizmatik kadın postürü’ mü geliştirdikce geliştirmiştim. Bilen bilir, kadınlar için alınan kıyafeti zevkle giymek +20 ise alişverişin kendisi +35 zevk dir.

İş kadını kıyafeti almanın o tuhaf zevkinin, fedakarlığa dönüşebileceği kimin aklına gelebilirdi ki. Hersey sanirim “çok özür dileriz, kriz nedeniyle işe alımları durdurduk” telefonuyla sona ermişti. Bu, ‘işe alındıktan sonra işten çıkarılma durumu’ bünyede bir isyana ve bu isyanda daha fazla alışveriş isteğine yol açmışdı. Ama yapılan onca alişveriş tüm bu alışveriş zevkini bir anda yığınla giyilemeyecek etiketli ve ütülü bir fedakarlık haline getirmişti. Bilen bilir, kadınlar için alınanların uzun vadede hiç giyelemeyecek olması +30 azapsa, bu giyilemeyecekler yüzünden alışveriş zevkinden mahkum kalmak +50 azaptir.

24 Kasım 2008 Pazartesi

Müzikalite


Özcan Deniz'in kamera önündeki başarısızlığı karşısında hissizleşiyorum.

baellyeaaaj


balyaj ve röfle arasındaki farkı anlamak.

"baeeljaaaay" diye kel kafalara saplak atan 1999 yılında vefat etmis ünlü aktor kimdir?

23 Kasım 2008 Pazar

Bitki Bakımı

Bakamadıgım tüm bitkilerime gelsin;

ONLAR
Onlar benim Eylülde heveslenip aldığım,

Tüm sonbahar cok su verip büzüştürdüğüm,

Kışın bokunu cikarip yapraklarını oksadigim,

İlkbaharda kendimi sevdirip empati yapabildiğim,

Yazınsa yanlarından cekip gidip,

Dondugumde en az benim kadar bronz ve kuru bulduklarımdır.

EMEGE YAZİK.


NOT: Bu yazıda gercek bitkilerden söz edilmiş olup, yazar kendisine seslenmektedir. Kesinlikle 3. şahislar suçlanmamaktadır.


22 Kasım 2008 Cumartesi

Dikişde, nakışda rakip tanımayabilirdim!!

Elimin altında bir dikiş makinası olsa diledigim tayyoru, pazeni dikebilsem diye dusunurum sık sık.

Bir ara evimize 'tam da bizim kıza gore olan model' kisvesi altında tiptop bi makina geldi gunubirlik. Gönlüm olsun diye komşunun kullanmadığı, kullanma klavuzunda büyük harflerle “Dikkat! Bu bir oyuncak değildir” yazan, pilli bi makina. Evet, makina oyuncak değildi gerçekten, ama henuz buluğ çağındaydı. Dikdi, dikmedi inat etti sarmadı, iğnesi kırıldı yen içinde kaldı derken, benim bu, tam da bizim kıza gore olan modelden soğumam yarım saatimi ya aldı ya almadı.

Gercekten incik boncuk toplayabilen supurge oyuncaklar vardı onlara hiç ozenmedim cocukken, bu yasimda oyuncak gorunumlu bir dikiş makinasına özenecek değilim.

Bi de zımba gorunumlu “her cebin ihtiyacı olan makina” var ki o gercekten bambaska ve bi o kadar da gereksiz bir konu.